PODCAST

15 Eylül 2014 Pazartesi

Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong



1944 doğumlu bir İngiliz. Katolik bir rahibe olarak yedi sene geçirdikten sonra edebiyat okumaya karar verir. İlerleyen yıllarda BBC için bir belgesel hazırlar. Aziz Paul’un hayatı hakkındadır. 1993 yılında magnum opus’u olan Tanrı’nın Tarihi’ni yazdı. 2002 yılında da İslam peygamberi Muhammed’in hayatı hakkında bir kitap yazdı. Kendisini ‘freelance monotheist’ olarak nitelendiriyor.

Kitabın çok temel olarak konusu “İbrahim’den günümüze 4000 yıllık Tanrı arayışı”dır. Başlangıçta “Tanrılar ve insanoğlu aynı kaygıyı taşıyorlardı; tek fark, tanrıların daha güçlü ve ölümsüz olmalarıydı.” Sonra bu tanrıların zaafları olduğu anlaşıldı. Üstelik ölümsüz de değillerdi. Her şeye gücü yeten, biricik tanrı anlayışı yavaş yavaş gündemi işgal etmeye başladı. Eski Ahit ile birlikte kağıda döküldü. Daha sonra Hristiyanlık peydah oldu. “Bugün Hristiyanlık olarak bildiğimiz dinin ilk metin yazarı olan Aziz Pavlus, Tanrı’nın dünyaya kendini Eski Ahit yerine, esas olarak, İsa’da gösterdiğine inanıyordu... Yani Pavlus, İsa’nın sıradan bir insandan fazlası olduğuna inanmaktaydı... İsa böylece yeni insanlık haline geliyordu... Birinci yüzyılda Hristiyanlar da Tanrı’yı düşünüp, ona Yahudiler gibi ibadet etmeye başladılar. Hahamlar gibi tartıştılar. Üstelik kiliseleri sinagogları andırıyordu. Hristiyanlar Eski Ahit’i dikkate almadıkları için sinagoglardan kovuldular. Kavga bunun üzerine başladı.” Eskiden paganlardan bazıları Yahudiliğin cazibesine kapılıyorlardı ancak şimdi Roma İmparatorluğu ile yıldızı bir türlü barışmayan Yahudiler cazibelerini kaybettiler. Yeni moda Hristiyanlık’tı. Fakat bu modaya daha çok eğitimsiz kişiler yahut köleler kapılıyordu. I.Konstantin (272 – 337) ’in Hristiyanlığı seçişi kırılma noktası olur. 300 sene sonra Arabistan’da peygamberlik iddiasında olan yeni bir kişi oyuna dahil oldu: Muhammed. “Araplar komün etiğinin baskın olduğu bir medeniyete sahiplerdi. Mürüvvet erdemlerine göre bir Arap, kendi yaşam güvenliği ne olursa olsun seyyid şeyhine itaat etmeli, kendini aşiretine adamalıdır. Seyyid malı ve mülkünü halkıyla paylaşır, halkdan bir kişinin ölümünün öcünü bile, katil aşiretten bir kişiyi öldürerek alır. Böylece kan davası, hiçbir aşiretin öteki üstünde egemenlik kurmaya kalkışamayacağı kaba ama geçerli bir adalet biçimi olur. Kendilerine hiçbir peygamber veya vahiy gönderilmemiş olduğundan dolayı yaygın bir aşağılık duygusu yaşıyorlardı. Yahudilik ve Hristiyanlığı kendi pagan dinlerinden üstün görseler de bu dinler bölgede pek yaygın değildi.” Bekledikleri kişi geldiğinde ilk işi şirki yasaklamak, Tanrı’nın tekliğini vurgulamak oldu. “Kuran sık sık açıkça kadınlara seslendi, bu Yahudi veya Hristiyan kitaplarında nadiren görülür.” Kısa zamanda hızla kabul gördü ve koca bir coğrafyaya yayıldı. Artık bütün oyuncular, oyunlarını sahnelemiş ve sahneyi terk etmişlerdi... Sanki Tanrı, dondurulmuş bir karede sabitlenmiş bir görüntü gibiydi. Bundan sonra meydan  izleyiciler ve eleştirmenlere kaldı. Augustinus, Gazali, İbn Rüşd, Anselmus, Aquinas, Hallac, Suhreverdi... Sonra sonra din sorgulanmaya başladı. Birçok bilimsel buluşun, kutsal kitaplarda yazanlarla çelişmesi; kendini dini otorite olarak dayatanların yozlaşması Tanrı ve dinin konumu daha da sarstı. Tanrı’sız bir dünya/evren/hayat fikrini savunan yazar, bilim insanı ve filozoflar ortaya çıktı. Din ve Tanrı’nın dahil edilmediği teoriler, inançlar yavaş yavaş kabul görmeye başladı.

Çok kısa ve sığ bir özetle andığım bu kitap tabii ki yalnızca 'semavi' dinleri anlatmıyor. Fakat büyük dilim tabii ki onlara ayrılmış. Ayraç Yayınevi bastı. Bulmak çok zor değil. Din tarihi öğrenmek için harika bir başlangıç kitabı. Olabildiğince tarafsız. Anlaşılmaz terimler, boş laflar, kuru ezber laflar yerine pamuk gibi bir dille anlatılan kadim bir hikaye var. Mutlaka okumalısınız. Çok güzel bir belgeseli de çekildi ama kitabın yeri ayrı.