PODCAST

11 Eylül 2014 Perşembe

Uygarlığın Huzursuzluğu - Sigmund Freud



İnsan davranışlarında bastırılmış cinsel ve agresif içgüdülerin oynadığı büyük rolü keşfetmesi sebebiyle büyük öneme sahiptir. Bu, sadece psikiyatri alanında önemli ilerlemelere yol açmamış, normal insana ilişkin algının da tümüyle değişmesine yol açmıştır. On Dokuzuncu yüzyılın iyimserliğini, endişeli bir yalnızlığa dönüştürenler içinde belki de en önemlisidir. Hazretin son yazıları bireyden çok toplumla ve onun kültürü, davranışları, karakteri ile ilgilidir. Ölmeden dokuz sene evvel yazdığı Uygarlığın Huzursuzluğu da toplum ve onun kültür sorunlarıyla ilgilidir.

Eminim ki birçokları Freud ismini görünce, kitapla cebelleşmeden onu anlayamayacağı endişesine kapılıyor ve çoğu zaman ‘sonra okumaya’ karar veriyor. İlk dönem yazdığı kitapları belki bu kategoriye sokabiliriz. Konuya ilgisi olmayanlar için fazla derin olabilirler ancak bu kitabın üslubu kusursuz. Her deha, her mucid, her bilim adamı iyi yazar, iyi konuşmacı değildir ne yazık ki fakat Freud hem bir deha hem de sıkı bir yazar. Uygarlığın Huzursuzluğu Metis’ten çıktı, bulmak kolay. 100 sayfa kadar, çok tadında. On Dokuzuncu yüzyıldan, yirminci yüzyıla geçişteki Avrupa toplumunun ruh halini bir edebiyatçı bundan daha iyi anlatamazdı. Uzunca bir fragmanla bitirelim, kararı siz verin:

“Hafifletici çareler bulmadan yapamayız. Yardımcı kurgulardan vazgeçemeyiz. […] Üç adet yol bulunabilir: acımız hakkında az düşünmemize sebep olan güçlü ilgi sapmaları; acıyı azaltarak onun yerine geçen doyumlar ve bizi acıya duyarsız hale getiren alkollü maddeler. […] Bu dizide dinin nereye ait olduğunu bulmak çok basit değildir. Oldukça uzağa bakmamız gerekmektedir. […] Kişinin “mutlu” olmak niyetinin “Yaratılış” planına dahil edilmediği söylenebilir. En dar anlamında mutluluk denilen şey büyük yoğunluğa ulaşan ve doğası gereği sadece geçici bir tecrübe olabilecek bastırılmış ihtiyaçların çoğunlukla ansızın tatmininden gelmektedir. Zevk ilkesi tarafından istenen herhangi bir koşul uzatılırsa hafif bir rahatlık hissiyle sonuçlanmaktadır; sadece yoğun bir şekilde çelişkilerden ve daha az yoğun bir şekilde de kendi içlerinde durumlardan zevk almaya kurulmuşuz. Bu yüzden mutluluk ihtimallerimiz en başından kendi bünyemiz ile sınırlıdır. Mutsuz olmak daha kolaydır. Acı çekme üç alandan gelmektedir: Çürümeye ve bozulmaya mahkûm ve tehlike işaretleri olarak endişe ve acıdan bile vazgeçemeyen kendi bedenimizden, yıkımın en güçlü ve en acımasız güçleriyle bize öfkelenebilecek dış dünyadan ve son olarak diğer insanlarla olan ilişkilerimizden. […] Gönüllü yalnızlık, yani diğerlerinden uzaklaşma insan ilişkilerinden doğabilecek mutsuzluğa karşı en hazır kalkandır. […] Mutlu olma amacı elde edilebilir değildir fakat bir şekilde mutluluğun elde edilmesine daha da yaklaşma çabasından vazgeçmeyebiliriz, daha da ötesi vazgeçemeyiz. Mutluluk için çok farklı yollara girilebilir: bazıları amacın olumlu yönünün yani zevk almanın peşindeyken diğerleri olumsuz yönün, yani acıdan kaçınmanın peşindedir. Bu yolların hiçbiri bize arzuladığımız şeyi veremeyecektir. […] Din, kendisinin mutluluğa ulaşma ve acıdan korunma yolunu herkese aynı şekilde vurgulayarak seçim ve uyum ölçütlerini sınırlamaktadır. Yöntemi, yaşamın değerini kötülemeyi ve bir aldanma gibi bozulmuş gerçek dünyanın görüşünü ilan etmeyi gerektirmektedir ve bunların her ikisi de zekânın üzerinde korkutucu bir etkiye sahiptir. Zihinsel gelişmemişliğin zorla kabul ettirilmesi ve kitle aldanmasının teşvik edilmesi pahasına din birçok insanı bireysel nevrozdan kurtarmaktadır. Söylediğimiz üzere insan için elde edilebilir mutluluğa ulaşılabilecek birçok yol vardır fakat insanı mutluluğa götüreceği kesin olan hiçbir yol yoktur. Din de verdiği sözleri tutamaz. İnançlı insanlar sonunda kendilerini Tanrı’nın “esrarengiz kararı” hakkında konuşacak kadar tükenmiş bulduklarında ıstıraplarında kendilerine kalan her şeyin mutluluğun geriye kalan son tesellisi ve kaynağı olarak koşulsuz teslimiyet olduğunu kabul ederler. Bir kişi bu sona gelmeye gönüllüyse büyük bir ihtimalle daha kısa bir yolla oraya zaten ulaşmış demektir.”