İnsan davranışlarında bastırılmış
cinsel ve agresif içgüdülerin oynadığı büyük rolü keşfetmesi sebebiyle büyük
öneme sahiptir. Bu, sadece psikiyatri alanında önemli ilerlemelere yol açmamış,
normal insana ilişkin algının da tümüyle değişmesine yol açmıştır. On Dokuzuncu
yüzyılın iyimserliğini, endişeli bir yalnızlığa dönüştürenler içinde belki de
en önemlisidir. Hazretin son yazıları bireyden çok toplumla ve onun kültürü,
davranışları, karakteri ile ilgilidir. Ölmeden dokuz sene evvel yazdığı Uygarlığın Huzursuzluğu da toplum ve
onun kültür sorunlarıyla ilgilidir.
Eminim ki birçokları Freud ismini görünce, kitapla
cebelleşmeden onu anlayamayacağı endişesine kapılıyor ve çoğu zaman ‘sonra
okumaya’ karar veriyor. İlk dönem yazdığı kitapları belki bu kategoriye
sokabiliriz. Konuya ilgisi olmayanlar için fazla derin olabilirler ancak bu
kitabın üslubu kusursuz. Her deha, her mucid, her bilim adamı iyi yazar, iyi
konuşmacı değildir ne yazık ki fakat Freud
hem bir deha hem de sıkı bir yazar. Uygarlığın
Huzursuzluğu Metis’ten çıktı, bulmak kolay. 100 sayfa kadar, çok tadında. On
Dokuzuncu yüzyıldan, yirminci yüzyıla geçişteki Avrupa toplumunun ruh halini bir
edebiyatçı bundan daha iyi anlatamazdı. Uzunca bir fragmanla bitirelim, kararı
siz verin:
“Hafifletici çareler bulmadan yapamayız. Yardımcı kurgulardan
vazgeçemeyiz. […] Üç adet yol bulunabilir: acımız hakkında az düşünmemize sebep
olan güçlü ilgi sapmaları; acıyı azaltarak onun yerine geçen doyumlar ve bizi
acıya duyarsız hale getiren alkollü maddeler. […] Bu dizide dinin nereye ait
olduğunu bulmak çok basit değildir. Oldukça uzağa bakmamız gerekmektedir. […] Kişinin
“mutlu” olmak niyetinin “Yaratılış” planına dahil edilmediği söylenebilir. En
dar anlamında mutluluk denilen şey büyük yoğunluğa ulaşan ve doğası gereği
sadece geçici bir tecrübe olabilecek bastırılmış ihtiyaçların çoğunlukla
ansızın tatmininden gelmektedir. Zevk ilkesi tarafından istenen herhangi bir
koşul uzatılırsa hafif bir rahatlık hissiyle sonuçlanmaktadır; sadece yoğun bir
şekilde çelişkilerden ve daha az yoğun bir şekilde de kendi içlerinde
durumlardan zevk almaya kurulmuşuz. Bu yüzden mutluluk ihtimallerimiz en başından
kendi bünyemiz ile sınırlıdır. Mutsuz olmak daha kolaydır. Acı çekme üç alandan
gelmektedir: Çürümeye ve bozulmaya mahkûm ve tehlike işaretleri olarak endişe
ve acıdan bile vazgeçemeyen kendi bedenimizden, yıkımın en güçlü ve en acımasız
güçleriyle bize öfkelenebilecek dış dünyadan ve son olarak diğer insanlarla
olan ilişkilerimizden. […] Gönüllü yalnızlık, yani diğerlerinden uzaklaşma
insan ilişkilerinden doğabilecek mutsuzluğa karşı en hazır kalkandır. […] Mutlu
olma amacı elde edilebilir değildir fakat bir şekilde mutluluğun elde
edilmesine daha da yaklaşma çabasından vazgeçmeyebiliriz, daha da ötesi
vazgeçemeyiz. Mutluluk için çok farklı yollara girilebilir: bazıları amacın
olumlu yönünün yani zevk almanın peşindeyken diğerleri olumsuz yönün, yani acıdan
kaçınmanın peşindedir. Bu yolların hiçbiri bize arzuladığımız şeyi
veremeyecektir. […] Din, kendisinin mutluluğa ulaşma ve acıdan korunma yolunu
herkese aynı şekilde vurgulayarak seçim ve uyum ölçütlerini sınırlamaktadır.
Yöntemi, yaşamın değerini kötülemeyi ve bir aldanma gibi bozulmuş gerçek
dünyanın görüşünü ilan etmeyi gerektirmektedir ve bunların her ikisi de zekânın
üzerinde korkutucu bir etkiye sahiptir. Zihinsel gelişmemişliğin zorla kabul
ettirilmesi ve kitle aldanmasının teşvik edilmesi pahasına din birçok insanı
bireysel nevrozdan kurtarmaktadır. Söylediğimiz üzere insan için elde
edilebilir mutluluğa ulaşılabilecek birçok yol vardır fakat insanı mutluluğa
götüreceği kesin olan hiçbir yol yoktur. Din de verdiği sözleri tutamaz.
İnançlı insanlar sonunda kendilerini Tanrı’nın “esrarengiz kararı” hakkında
konuşacak kadar tükenmiş bulduklarında ıstıraplarında kendilerine kalan her
şeyin mutluluğun geriye kalan son tesellisi ve kaynağı olarak koşulsuz
teslimiyet olduğunu kabul ederler. Bir kişi bu sona gelmeye gönüllüyse büyük
bir ihtimalle daha kısa bir yolla oraya zaten ulaşmış demektir.”