PODCAST

10 Haziran 2014 Salı

Dublörün Dilemması - Murat Menteş


Murat Menteş muhafazakar cenahın en sıradışı ve popüler yazarlarından biri artık. Bu şöhreti istemiş midir bilmem ama şikayetçi olduğunu da sanmam. Kaosa Mütevazi Bir Katkı kitabıyla tanıdım onu. Sert ve fazla marjinaldi o zamanlar. Hatta o kitabını eleştiren bir yazı yazdığımda bir hafiye gibi izimi sürmüş bana ulaşmış ve “O kitabı yazdığım zamanki fikirlerimden artık çok uzağım. Dolayısıyla yazdıklarınız şimdiki beni yansıtmıyor. O yazıyı kaldırmanızı rica ediyorum” minvalinde kibar bir şeyler yazmıştı. Yazıyı hemen kaldırdım ve çok mutlu oldum. Haklı çıktığım için değil birilerinin fikirleri değiştiği için mutlu oldum. Fikri değişebilen bir insandan daha güzel şey olamaz. Uzlaşmaz, kavgacı, militan bir adam havası çizse de bilgi, sevgi, merhamet karşısında yelkenleri suya indirecek bir tip.



Gelelim Dublörün Dilemması’na. Kitabı yere göğe koyamayanlar kadar, yerin dibine sokanlar da var. Ben iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum, en azından yeni. Her yeni iyi olmayabilir ama yeni vasatı  her zamanki iyiye yeğ tutabilirim. Özellikle üslubu zamanının ötesindeydi (şimdi aynı üslupta yazmaya çalışanlar var), birçoklarına yol açtı. Gerçi sevmeyenleri de birazcık bu sebepten sevmiyor: Görmemişin absürd romanı olmuş, tutmuş çükünü koparmış. Klasiğe saldırmayan ama onu saygıyla alaya alan romantiklere bayılırım. Murat Menteş de onlardan biri. Kitap kesinlikle bir pop-kültür ürünü. Popüler olmak ne yazık ki neredeyse utanılacak bir şey ama Frédéric Beigbeder, Zeki Müren, Ümmü Gülsüm, Harlan Coben gibi istisnaları ıskalamamak gerek.

Polisiye bir kitap ama ucuz bir polisiye değil. Nedense polisiye kitaplar üzerine öyle bir yafta yapıştırılmış ki, her polisiye yazarı önce iyi bir kurgu yapmalı sonra da okuyucuya romanının ucuz olmadığını kanıtlamalı. Polisiyenin sanki edebi metin değilmiş gibi üvey evlat muamelesi gördüğü dünyamızda, Murat Menteş yeniyetme bir şövalye gibi (yeni yetme çünkü ona gelene kadar Erol Üyepazarcı ve Sevin Okyay var). Bu yürekliliği de takdir etmek gerek. Üstüne üstlük hem Müslüman hem de sanatçı. Sadece Müslümanlar değil, diğer muhafazakarlar da ‘sanattan anlamamak’la itham edilmişlerdir dünyanın her yerinde. Bu itham pek haksız sayılmaz bana kalırsa çünkü muhafazakarların öncelikli ilgilerinden biri olmadı edebiyat. Murat Menteş her şeyi göze alarak Müslümanlığını da gözüne sokuyor okuyucunun. Bunu rahatsız edici bir biçimde yapıyor, kavgaya çağırıyor çünkü galip geleceğini biliyor. Yok yere husumet değil amacı, itibarını kazanmak. Diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da oldukça çok dini hikayeye ve sembole atıfta bulunuluyor. Kimi zaman kahramanlar da dindar. 1950 sonrası yazılmış romanlarımızda hemen hiçbir baş kahraman camiye gitmez, namaz kılmaz. Tuhaf değil çünkü muhafazakarlar şimdiye kadar aynı olmayı yek vücut olarak görüyorlardı (bana kalırsa). Sünnetten sayılan sakal bırakmak bile aynılaşmak için bir adım gibi düşünülebilir. En azından bundan gocunmuyorlardı. Murat Menteş bu tavra isyan ediyor gibi ya da ben fazla mana yükledim olan bitene. Lafı uzatmadan altı çizilmeye değer yüzlerce cümleden birkaçını paylaşarak bitireyim:

''Hiçbir aşkta umuda yer, sebebe lüzum yoktur.''

“İmkansız, reddedilmiş mümkündür.”

“Ferruh, ortaçağ kapanmış diyorlar?”

“-İnsanlarla hep böyle mi konuşursunuz?
-Evet. Biri Shakespeare'le aynı gezegende yaşadığımızı hatırlamalı.”

“Gerçek acı, insanı yapay sevinçten daha çok canlandırır.”