PODCAST

5 Haziran 2014 Perşembe

Kitlelerin Ayaklanması - José Ortega y Gasset


İspanyol filozof José Ortega y Gasset’in, 20. yüzyıl Avrupa’sının (günümüz Türkiye’sine denk saymakta beis görmüyorum) ‘sorun’larından biri olan kitlelerin işgali hakkındaki iddialı fikirlerinin yekûnudur.

Ortega kitle ile neyi ve kimleri hedef gösteriyor?“Kitle özel nitelik kazanmamış kişilerin toplamıdır.”“... vasat adamdır ..”“Karşımızdaki tek kişi de olsa onun kitle olup olmadığını biebiliriz. Kendi kendisini değerlendirmeyen, kendisini herkes gibi hisseden, yine de bundan gocunmayan...” Francis Bacon’dan yadigar ‘idola fori’ (Neyyire Gül Işık ‘topluluk putları’ diye çevirmiş) ve snob (sine nobility = soydan yoksun) yaftaları da kitle insanına uygun görülmüş yazar tarafından. “Zeki kişi kendini aptallığın iki parmak ötesinde yakalar ve aptallıktan kaçınabilmek için çabalar. Oysa aptal kendinden hiç kuşkulanmaz.. Aptal kötüden daha büyük bir beladır... Ama kitle insanı aptaldır demek değil bu, tersine bugün kitle insanı kurnazdır fakat o yeteneği bir işe yaramıyor. Sıradan kişi kendini sıradan değil, üstün nitelikli sayıyor demiyorum, sıradan olan kişi sıradan olma hakkıını ya da sıradanlığı bir hak olarak ilan etmekte ve dayatmakta diyorum.”


Ortega’nın bu kitleyle alıp veremediği nedir? Tarih boyunca var olan bu kitle neden şimdi sorun olmuştur? (Bu sorunun cevabına ikna olmazsanız, kitabın geri kalanı kibirli bir adamın üst perdeden konuşmalarına dönüşecek sizin için). Ortega kitle insanının şehirleri ve azınlığa ayrılmış kalburüstü yerleri doldurduğu iddiasındadır. Ona göre tarih boyunca böyle bir şey görülmemiştir. “Bundan on beş yıl önce de aşağı yukarı aynı sayıda insan mevcuttu... Bu kalabalıkları oluşturan bireyler ufak öbekler halinde ya da tek başlarına yeryüzüne dağılmışlardı... ve şimdi kalabalıklar birdenbire görünürlük kazandı... Kalabalıklar toplum sahnesinin dibinde yer alıyordu; şimdi ön plana geçti...” Yani kitle, kitle olmaktan çıkmaksızın azınlıkların yerini alıyor. Azınlık diyince kim hedef gösteriliyor onu da belirtelim: örtüşmemede örtüşenler. Ortega azınlıkları geçmişin soyluları gibi kâle alıyor. Onları tanımlarken Mallarmé’ye atıfta bulunuyor. Mallarmé’ ender bir müzisyeni dinleyen ufak topluluğu anlatırken “o dinleyici topluluğu kendi azınlığının varlığıyla çoğunluğun yokluğunu vurgulamaktadır” der. Kitle tarihte ilk kez azınlıklar yerine geçiyor, azınlıklara has zevklerin tadını çıkarmaya karar veriyor. Kitle artık kendi zevk ve emellerini dayatıyor. Kısaca kitle iki büyük soruna yol açıyor: Bir, azınlıklara özgü yaşamsal alanları işgal ediyorlar; iki, azınlıklar karşısında hırçınlaşıyorlar. Bu satırlarda kibir ya da içi boş bir yukarıdan bakma olmadığını düşünüyorum. Ortega’nın kaygısı bugünün erlerinin yüzbaşılığa terfi etmesidir. İnsan ordularının tamamen yüzbaşılardan oluşması da kaygı duyulacak şeydir sahiden. Kitleyi barbarlıkla da itham eder:  “Günümüzde kitle dünyada olup bitenler hakkında kesin fikirlere sahiptir. İyi ama bu yararlı bir şey değil mi? Hayır, zira fikirlere sahip olması kültürlü olduğu anlamına gelmez. Fikri gerçeğe meydan okumadır... Onları düzenleyecek bir kurumu kabullenmedikçe fikir ya da görüşlerden söz edilemez, tartışma sırasında başvurulacak bir dizi kurallar gerekir. O kurallar kültürün ilkeleridir. Hangi kurallar oldukları benim için önemli değil... Barbarlık kuralları diye bir şey yoktur. Kuralların yokluğudur barbarlık, başvurulacak merci bulunmayışıdır.”

Ortega bu çağın kendine uygun gördüğü isme bile bir kulp bulur: Modern! Diğer çağlar hedefi tutturamayan bir ok sanki. Tarihte ilk kez bugün geçmişle bu kadar vahim biçimde ayrışır ona göre. Hak vermemek elde değil, klasiklerin demode olduğu tuhaf bir çağ çünkü bu. Öyle bir çağ ki kendini, kendi bolluğu ortasında yitmiş hissediyor. Kral XV.Louis hakkında dedikleri gibi: Bütün yeteneklere sahip de, onları kullanma yeteneği eksik.

Kitlelerin en çok vitrinde olduğu yerler Akdeniz ülkeleridir Ortega’ya göre. Daha önceden seçimlerde kitleler karar vermez, azınlığın kararlarını benimserdi. Şimdi kendi kararlarını veriyorlar fakat bir programları yok. Geleceğe yönelik hesaplar değil, günün ivediliği gündemde.  Hükümetlerin başlıca icraati o an ortaya çıkan sorunları çözmek değil savuşturmaktır. Gücü her şeye yeter ama iğretidir. Bu yüzdendir ki, olanakları ve elindeki güçler muazzam olsa bile hiçbir şey yapılandıramaz.

Kitle gücünü en çok da ekonomik ferahlıktan alır. Tarihte ilk kez vasat insan böyle bir bollukta yaşamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus şu ki, kitleler bunu hak etmediler. Yani bu bolluk için çalışmadılar, bu bolluk onlara uygarlığın bir armağanı oldu. Başka varlıklar arasında çıkacak muhtemel çatışmalar çıktıkça kendisini tek sanıyor. Onu herhangi bir istediğinden vazgeçirecek, şımarıklığını sınırlayacak ondan güçlü bir odak yok. “Şurada ben bitiyorum, benden güçlü olan bir başkası başlıyor. Demek ki dünyada iki kişiyiz: Ben ve benden üstün olan öteki.” Başka çağların vasat insanı bu basit bilgeliğe ermişti çünkü o dünyanın düzeni öyle hoyrattı ki her an felaketler gelir çatardı. Güvenlik, bolluk, sağlık istikrarlı değildi. Soylular ise vasat insandan farklı olarak sahip olduklarını bileğinin hakkıyla kazanmıştır. Soylu, adsız kitleler içinden sıyrılarak kendini tanıtmıştır. Kalıtımsal soyluluğun bile dolaylı bir niteliği vardır. Ortega Çin’deki soyluluk anlayışını ise Batı’ya yeğ tutar. Çin’de baba oğluna soyluluğunu aktaramazken, oğul soyluluğu eriştikten sonra onu atalarına aktarabilir. Kısacası soyluluğu dinamik olarak görür yazar. Bu iddiaları zayıflatacak olaylar olduğu gibi destekleyecek olaylar da vardır tarihte. İkisine de birer örnek vererek geçeceğim. İlkin Spartacus’ü anımsayalım. Genelde hakkındaki kanı olumludur. Roma İmparatorlugu'na karşı haklı bir köle isyanı tertiplemiş ve önderlik etmiştir (M.S.73) Köle olduğu ve yönetime karşı başkaldırdığı için duyulan sempati genelde romantik seviyede kalır. Spartacus tarihe bir ders vermiştir ancak başarısıyla değil, başarısızlığıyla. Monarşiye karşı ciddi tehdit oluşturmuş, iki Roma lejyonunu yenmiş ama koskoca imparatorluk nasıl yönetilir diye bir düşüncesi olmadığından, kaldıracağı düzenin yerine bir alternatif düşünmediğinden ve hitap ettiği kitlenin hevesleriyle hareket etmesinden dolayı Crassus tarafından mağlup edilmiştir. Kitle ayaklanmış fakat hiçbir şey elde edememiş. Köleliğin kalkması kitle ayaklanmalarıyla değil kapitalizmle birlikte olmuştur. Kitle özgürlüğünü kazanmamıştır, ona özgürlük bahşedilmiştir. İkinci olarak da Haiti’deki köle ayaklanmasını hatırlayalım. 1791’de başlayan ayaklanma ülkeyi iç savaşa götürmüş fakat kazanan kitle olmuştur. Tarihte başarıya ulaşan tek köle ayaklanmasıdır belki de. Bu örnekte kitle ayaklanmış ve haklarını bileğinin hakkıyla kazanmıştır. Kısacası ben kitlenin sahibi olduğu hakların tümüyle soyluların armağanı olduğu iddiasını kabul edilemez buluyorum. Bu haklar kimi zaman soyluların vermek zorunda kaldıkları tavizlerdir.

Kitabın önsözünde ise beni oldukça şaşırtan bir şey yazmış Ortega: “İngiltere’de monarşi çok belirgin ve büyük bir etkinliği olan bir işlev görür: Simge olma işlevini... İngiltere kendi hayatını düzenleyen değişmez kuralları vurgulamak istemiş...” Yüz sayfa sonra yazdıklarıyla önceki düşüncesini çürütür gibi durur: “Tüm eski kültürlerin ilerlerken birtakım ölü dokuları, azımsanmayacak bir boynuzsu madde yükünü sürüklediği açıktır, yaşamı köstekleyen zehirli artıklardır onlar. Ölü kurumlar, artık anlamını yitirmiş ama hala varlığını sürdüren değerlendirmeler...”

Kitabın büyük bir kısmı kitleler, davranışları, vasatlıkları ve yaratacağı tehlikeler üzerinde durur. Uzmanlaşma merakı, gençlik, uygarlığın ilkeleri, yöneticilerin vasıfsızlığı üzerine eleştiriler vardır geri kalanında. Uzun uzun devrimin zararlarından bahseder (alternatif olarak reform önerir). Bunun yanı sıra bir kehanette bulunur ve muhakkak Avrupa’nın yek vücut olacağını söyler (ve haklı çıkar). Uzunca bir bölüm de Avrupa ve yarattığı uygarlığa methiyeler vardır. Her iyi filozof iyi yazar olmuyor fakat Ortega kesinlikle iyi bir yazar. Avrupa uygarlığı, tarihi ve siyaseti ile ilgilenenlere özellikle tavsiye ederim.